Memleket Sevdası
Beyşehir Müftü Mahallesi’nde, rahmetli babamın alın teriyle kiralamış olduğu küçücük bir kerpiç evde dünyaya gelmişim.
Prof. Dr. Hüseyin MUŞMAL
-Evimize en yakın ancak o küçücük adımlarıma inat oldukça uzak durumda bulunan Eşrefoğlu İlkokulu’na kaydolduğumda 6 yaşını bile doldurmamıştım.
Tarihî İçerişehir Mahallesi’nde Eşrefoğlu Camii’ne bakan Eşrefoğlu İlkokulu’ndaki talebelik yıllarımda yalnızca okuma yazma öğrenmekle kalmamıştım.
Aynı zamanda öğretmenimden bana sanata, şiire ve türküye olan bir aşk da bulaşmıştı.
Ve bir de memleket sevdası… Ah o iflah olmaz memleket sevdası…
Beden Eğitimi derslerinde kalecilik yaparken kale surlarının kalıntıları arasına kaçan topumuzu aramak, okulun duvarlarından zıplayarak indiğim harabeler içinde ruhumu sarmış olmalı.
Eşrefoğlu Camii’nin bahçesinde eski yazılı taşların arasında dolaşırken elbette ki yıllar sonra bu taşları satır satır okuyup yayımlayacağımı bilmiyordum.
Bu memleket sevdası ki, kendi irademle seçtiğim doktora tez konusunun dahi Beyşehir olmasına neden olacaktı.
Pek çok kişinin yerel tarihe burun kıvırdığı dönemlerde, ben doğduğum büyüdüğüm topraklara vefa borcunu ödemek amacıyla yıllarca arşivlerin tozlu raflarında memleketime dair her ne varsa izini sürdüm.
Memlekete olan borcum o kadar çokmuş ki 2005 yılında bitirdiğim doktora tezinden bugüne kadar yaptığım 100’den fazla yayının 50 kadarını da memleketim Beyşehir’e hasrettim.
Burada isimlerini tek tek yazarak sayfayı doldurmaktan hicap duyarım.
Lakin Eşrefoğlu’nun başkenti, Osmanlı’nın sancağı Beyşehir’in tarihi ve kültürü adına öğrendiğim her ne varsa vefa borcumu ödemek adına hemşerilerimle paylaşmayı tercih ettim.
Bu borç o kadar büyükmüş ki yazdığım şiirlerde mahlasımı Eşrefoğlu olarak kullanmak, şehrin onlarca efsanesini derlemek, hikâyeler ve hatta dizi romanlar yazmak dahi yükümüzü hafifletmedi.
Memleket sevdası bir virüs gibi bütün ruhumuzu sardığı için şifa bulmak adına yerel ve ulusal kanallarda her fırsatta memleketimi, insanlarını, güzelliklerini, sorunlarını anlatmayı bir görev bildim.
Hangi kanal mikrofon uzattıysa, programa davet ettiyse, nerede olduğumu, nasıl gideceğimi düşünmeden çoluğumun çocuğumun rızkından kesip Ankara’ya İstanbul’a koşturdum.
Nihayet hiçbir karşılık beklemeden “ekmeği kendinden kiremit aktarırken” nice güzel belgeseller ve kültür programlar hazırlanmış oldu.
Hiçbirinde kendimle ilgili bir tek dahi cümle kurmadan yalnızca memleketimin tarihini, kültürünü, doğal güzelliklerini anlattım durdum.
Bazıları sağır oldular, beni duymadılar gücenmedim. Kör oldular, görmezden geldiler küsmedim.
Yılmadım, bıkmadım, Beyşehir Gölü Havzası’nda 90 pare köyü karış karış gezerek ölmüşlerin peşinde mezar taşlarını okudum, yaşayanların dizlerinin dibinde anılarını dinleyip derledim.
Dağları, tepeleri, ovaları gezdim, adalara çıktım, kim ne anlattıysa not ettim yazdım.
Arayıp da beni ulaşamayan kimse, davet edip de gitmediğim mekân olmadı.
Traktör Ustası rahmetli babamın evinde ve dükkânında her kapıyı açan anahtar, her bozulanı yapacak takımlar vardı.
Ancak devrin şartlarında her gün kitap okuyabilmem için Beyşehir Kütüphanesi’nden başka seçeneğim yoktu.
Üzerinde o küçücük parmaklarımın izleri silinmiştir, ancak kapanış saatine kadar kitaplara gömülüp kaldığımı bilenler iyi bilirler.
Onun için geleceğimizin teminatı çocuklarımıza ufuk açmak adına nereden bir davet geldiyse işimi gücümü bırakıp koştum, koşturdum.
Memlekete borcumu ödemek için verdiğimiz bu mücadelenin arasında bazen bu gayretin bir alacak hesabından olduğunu düşünenler olabiliyor.
Hatta zaman zaman hiçbir karşılık beklemeden bu kadar büyük bir memleket sevdasını anlamakta güçlük çekenler de olabiliyor.
Bir şehre borcunu ödemek için illaki belediye başkanı, milletvekili olmak gerekmiyor.
Yakından tanıyan bazı dostlarımız da zaman zaman bu görevlere bizi layık görebiliyor, iyi niyetlerini dile getirerek ismimizi zikredebiliyorlar.
Allah onlardan razı olsun. Bir şehrin belediye başkanı olmak ne büyük bir şereftir, bir ilin milletvekili olmak ne büyük bir onurdur.
Benim için bu memlekette muhtar olmak, aza olmak da büyük gururdur.
Kadere inanan müminler olarak Yaradan’ın yarınımız için bizlere ne biçtiğini bilemeyiz.
Lakin bildiğim bir şey var. Bizim memleketimizden, milletimizden bir alacağımız yok ki, bizim memleket ve millete bitmeyen bir borcumuz var.
Bunun için ben Yüce Yaradan’a emanetimi teslim etmeden bu borcu hafifletebildiğim kadar hafifletmek için mücadele ediyorum.
Üretmenin derdinde ömür tüketiyorum.
Biz bu memleketin hâkimi olmaya değil ancak hadimi olmaya talibiz.
Bazen soruyorlar bana, iki lafınızdan biri memleket neden böyle diye…
Ben de diyorum ki memleketini seven milletini sever, ülkesini sever, devletini sever…