22 Eylül 2023 - Cuma
Artık Müzelik Olduk
Anadolu’da bilinen en erken tarihli yerleşimlerin günümüzden yaklaşık 10.000 yıl kadar önceye gittiği bilinmektedir.
Yazar - Prof. Dr. Hüseyin MUŞMAL
Okuma Süresi: 7 dk.
Prof. Dr. Hüseyin MUŞMAL
-Neolitik döneme ait bu yerleşimler İç Anadolu’da, çoğunlukla göller yöresinde kurulmuş ve ilk olarak tarım yapılmaya bu sahalarda başlanmıştır. Bölgemizde bu dönemi temsil eden Çatalhöyük ve Suberde gibi önemli yerleşimler arasında yer alan Erbaba ve Çukurkent Beyşehir Gölü yakınlarında bulunmaktadır. Yapılan çalışmalarda tespit edilen Kalkolitik, Tunç ve Demir Çağı’na ait çok sayıda yerleşme bölgenin binlerce yıldır kesintisiz olarak kullanıldığını göstermektedir. Beyşehir toprakları Hitit İmparatorluğu devrine ait Eflatun Pınar ve Fasıllar adıyla dünyaca meşhur iki önemli anıtı da asırlardır muhafaza etmektedir. Uzun bir süre Roma ve Bizans İmparatorluğu hâkimiyetinde kalan bölgede Malazgirt Zaferi’nden sonra Türklerin muhacereti bir sel haline dönüşmüştür. Bu durum günümüzde Beyşehir’de Avşar, Bayat, Bayındır, Çepni ve Salur vs isimli çok sayıda yerleşimin varlığından da anlaşılmaktadır. Türk hâkimiyetine geçtikten sonra da önemini kaybetmeyen bölgede Selçuklu hükümdarı Alâeddin Keykubat Beyşehir Gölü kenarında kendi adına bir saray inşa ettirilmiştir. Uzun yıllar mamur kalan Kubadabad Sarayı, Eşrefoğlu Seyfeddin Süleyman Bey’in, gölün güneydoğu kıyısına Beyşehir’i kurmasıyla terk edilmiştir. Süleyman Bey’in muhteşem bir külliye etrafında kurduğu şehir Eşrefoğullarından sonra bir süre Hamidoğlu ve Karamanoğlu idaresinde kalmış, nihayet Fatih Sultan Mehmet döneminde kesin olarak Osmanlı topraklarına dâhil olmuştur.
Kısaca özetlediğimiz bu büyük ve önemli geçmişi nedeniyle Beyşehir ve çevresinde Roma, Bizans Selçuklu, Eşrefoğlu ve Osmanlı dönemlerine ait çok sayıda tarihî eser bulunmaktadır. Bu taş eserlerin önemli bir kısmı bulunduğu veya toplandığı alanlarda korumadan uzak, hava koşulları, hayvan ve insanların tahribine açık durumdadır. Eserlerin bir kısmı Türkçe kitabelere sahip olmasına rağmen bazı sanduka ve mezar taşlarında Arapça, Farsça şiirler, Kuran-ı Kerim’den ayet ve sureler yer almaktadır. Bu eserler sadece üzerindeki yazıların mukaddesatı nedeniyle değil, aynı zamanda süsleme ve biçim özellikleri, tarihsel şahitlikleri ve kültürel değerleri ile gelişigüzel bir şekilde korumasız bırakılmayacak kadar önemlidir. İlçemizde bulunan Kültür Varlıklarının korunması ve bölgemize özgü kentsel ve kırsal kültürün muhafaza edilmesi için Beyşehir’de en kısa zamanda bir müzenin kurulması ve uygun koruma şartlarının oluşturulması gerekmektedir. Biliyorum ki Beyşehir'de bir müze açılması konusunda düşünce oldukça eskidir. Beyşehir’le ilgili eserlerinde, 1934 yılında M. Memduh Yavuz, 1960'lı yıllarda İ. H. Konyalı gibi araştırmacılar Beyşehir'e bir müze açılması yolunda temennilerini ifade etmişlerdir. Hatta 1980’li yılların gazetelerinde Beyşehir’de bir müze açılması yönünde talepleri içeren bazı kayıtlara rastlamak mümkündür. Bendeniz de memleketin bir evladı olarak 10 yıldan fazladır, gerek basın yoluyla gerekse çeşitli konferans, söyleşi ve imza günlerinde Beyşehir’de bir müze açılması gereğini ısrarla dile getirmekteyim. Belki bazı vatandaşlarımız “Beyşehir’de müzeye ihtiyaç olmadığını, müzenin boşuna masraf olduğunu veya şehrin daha önemli sorunlarının bulunduğunu” dile getireceklerdir. Ancak şurası bilinmelidir ki, gerek Avrupa’da ve gerekse Türkiye’de müzecilik, eski eserlerin teşhir edilmesinden ziyade, bunların korunması ve gelecek nesillere aktarılması gereğiyle ortaya çıkmıştır. Bugün Avrupa’da küçücük kasabalarda dahi birkaç müze bulmak mümkündür. Nitekim modern dünyanın insanları kendilerine ait en küçük değeri dahi korumak için büyük çabalar sarf etmektedir. Bu nedenle hangi devirlere ait olursa olsun topraklarımızda bulunan her eserin korunması ve memleketimize özgün kültür varlıklarının yerinde muhafazası için bölgemizde en kısa zamanda bir müze kurulmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Kaldı ki yalnızca vilayet merkezimizde değil, Akşehir ve Ereğli ilçelerimizde dahi birkaç tane müze bulunduğu bilinmektedir.
Son tahlilde denilebilir ki şehrimizde günümüze ulaşmış kültür varlıklarının korunması, en başta gelen görevlerimiz arasındadır. Zira bu, ülkemizi Türk-İslam yurdu yapan, şehrimizi inşa ve imar eden ecdadımıza olduğu gibi, gelecek nesillere de ödemek zorunda olduğumuz borcumuzdur. Beyşehir’de kurulacak bir müze, başta sağda solda kaderine terk edilmiş eserlerin harap olmaktan kurtulmasına ve gelecek nesillere bırakılmasına imkân tanıyacaktır. Aynı zamanda sosyal, kültürel ve ekonomik anlamda etki uyandıracak olan bu girişim, ayrıca Beyşehir’in Kültür ve Turizm’ine de hizmet edecektir. Şehrimize gelen yerli ve yabancı turistler bölgede daha fazla vakit geçirecek ve bu nedenle konaklama ihtiyaçları da doğacaktır. Nihayetinde şehrimizin sosyal ve ekonomik hareketliliğine de ciddi katkılar sağlanacaktır. Bütün bu gerekçelerle kurulması elzem olan müze için yapılacak yeni binanın maliyetinden tasarruf edilmek istenirse, bölgenin tarihsel ve kültürel yapısı ile eserlerin sergi ve teşhir şartlarına uygun nitelikte kent merkezinde bulunan tarihî yapıların müze olarak değerlendirilmesi mümkündür. Hemen ilk akla gelen ve İçerişehir Mahallesi’nde kullanım açısından atıl vaziyette bulunan İsmail Ağa Medresesi düzenlenerek Taş Eserleri Müzesi’ne dönüştürülebilir. Kısa sürede bir müze açılması için bürokratik sıkıntılar bulunuyorsa uygun binalar restore edilip düzenlenerek şehrimize en azından bir “Kent Müzesi” kazandırılabilir. Bu alanda çalışan bir akademisyen olarak bu konuda daima desteğe ve gönüllü danışmanlığa hazır olduğumu buradan bir kez daha beyan etmiş olayım. Baki selam ve hürmetlerimle.
Bu konuda geniş bilgi için bkz.
Hüseyin Muşmal, Hasret Gümüş, Türkiye’de Müzecilik (1839-1938), Selenge Yayınları, İstanbul 2021.
Hüseyin Muşmal, Hasret Gümüş, Türkiye’de Eski Eser Kaçakçılığı (1839-1938), Palet Yayınları, Konya 2022.
Yorumlar (0)
Tüm Yazıları